Nitekim cenîn ya‘nî rahm-i mâderde olan bahçe-i insan meselâ üçüncü erbaîne
dâhil olup üç şehri istikmâl ettikte ona rûh menfûh olur. Ya‘nî onda ta‘biye olunan
nefs-i ilahî zuhûr bulur, yoksa hâriçten gelmez. Ve bâtın-ı insan-ı kâmile gelen feyz
dahî böyledir.
Vahy-i ilahî dahî bundan fehm oluna. Ya‘nî münzel aleyh olan kalb-i
nebevî asılda levh-i mahfûz-i hakîkîdir. Ve levh-i mahfûz dedikleri onun sûretidir.
Zîrâ, her ne makûle kemâl ki vardır sırr-ı insana îdâ‘ olunmustur. Pes, Cebrâil’in ol
vahyi levhten beyti’l-izzeye ve oradan kalb-i Muhammedî üzerine tenzîl ettigi -ki
ona vech-i âmm derler- mahzâ teşrîf-i nebevî içindir. Ve illâ onun mahzeni kalb-i
nebevîdir. Onun için vakt-i tenzîlde kelimât-ı Kur’âniyyeyi telaffuzda isti‘câl ederdi.
Bunun hâriçte bir misâlî budur ki sultân Süleymân-ı Evvel gününde müftî Ebu’s-
Suûd sultân-ı mezkûr nâmına tefsîr tahrîr ettikte ol tefsîri zîb ve zînetü ve âlây ile
huzûr-i pâdisâha haml ettiler. Ma‘a-hâzâ pâdişâh ol tefsîri şîrâze-bend tekmîl
olmazdan mukaddem eczâsını görmüs idi. Fe’fhem cidden.
Tuhfe-i Recebiyye
İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder