Ağustos 06, 2012

Kafka'yı sevelim, o bizi sevmese de


Kafka'nın "Açlık Sanatçısı" adlı oldukça çarpıcı bir öyküsü var. Bir panayır yerinde, kafesin içinde yaşayan, sürekli oruç tutan ve zayıflığıyla, yemeye karşı olan iradesiyle görenleri hayrete düşüren bir "sanatçı"dan bahseder. Onun sanatı yememesidir. Sonra gün gelir, oruç tutarak yapılan gösteri demode olur. Çünkü insan değerleri eskitmekte, heyecanını yitirmekte acımasızdır. Sanatına beklediği ilgiyi göremeyen sanatçı ise muhtaç olduğu bu ilgiyi çekebilmek için orucunun dozunu giderek artırır, ta ki son nefesine dek. Kendi fiziki varlığından vazgeçecek kadar hırslarının esiridir çünkü.

Öykünün belki de en çarpıcı kısmı son kısmıdır. Açlık sanatçısı ölür, onun yerine aynı kafese bir panter koyarlar. Oldukça sağlıklı, heybetli, asil ve güzel bir hayvandır. Büyüleyici, parlak postuyla görenleri hayran bırakmaktadır. Bizim rahmetli sanatçıdan daha çok ilgiye mazhar olmaktadır ama bu ilgi onun umurunda bile değildir. Orası onun için esaret yeri değildir. Oldukça güzel beslenmekte, kafesin sahibi olarak ortada keyfince salınmaktadır. Panter ilgiye muhtaç değildir. Öyle hırsları, egosu yoktur.

Çevreme bakıyorum ben. Çevreyi severim. Güzel insanlar tanıyorum, insanları da baya severim. Aşırı bencil ve müthiş hırslı olup etrafına sürekli mutsuzluk saçan insanlar var. Onlara üzülüyorum. Yaşıyorlar, hatta senden benden daha canlı gibiler. Hırsları sapasağlam, egoları oldukça sağlıklı. Dünyevi varlıkları bedene bağlı değilmiş, bulundukları vücutlar göçüp gitse de bunlar dünyaya kazık çakacakmış gibi. Öyle kocaman “BEN”ler var ki, böyle kan emici gibi bir şey, tüketiyor insanı. O hırs denen şey ise keskin sirke. Mevzubahis küpün zarar görmesi ise kaçınılmaz. "Ne kendi etti rahat, ne âlem buldu huzur," hesabı kendisini de başkalarını da mutsuz edip durur bunlar.

Mesela açlık sanatçısı hiç mutlu olmuş mudur diye düşünüyorum. Daha fazla fark edilmek, daha fazla hayran olunmak isteyen bir varlık. Bu çeşit bir hırs sonu olmayan bir şey değil midir? Mutluluk ve huzur belli bir doygunlukla gelen şeyler olsa gerek. Böyle bir tutkunun erişebileceği bir doygunluk seviyesi olabilir mi? Hayran sayısının artmasından bir haz duyacaktır elbette ama bu geçici değil midir? Daha fazlasını mutlaka isteyecektir. Asla tatmin olmaz ki. Kendi icra ettiği sanatın önemli olduğuna ve en fazla ilgiyi görmesi gerektiğine çok emin. Hak ettiğini düşündüğü ilgiyi göremediğinde ise hayatından vazgeçecek noktaya geliyor. İnsanların ilgisi onun için her şey. Bunun için tereddüt etmeksizin ölür! Nitekim öyle de oluyor. Düşünsenize, ne acayip… Bedensel varlığın bile bu denli geri planda olması şaşılası şey.

İnsan çok ilginç bir şey. Açlık sanatçısı da çok ilginç, çok insan. Ölürken bile devam ediyor orucuna gözleriyle. Kafka da bunu yazabilmek için insanlara çokça şaşırmış olmalı. Ama o insanları hiç sevmemiş, üzmüş hayatına tüm girenleri de. Belki kendince haklıdır sevmemekte ama gene de keşke sevebilseymiş. Belki de bütün mutsuzluğuna ilaç sevgisi olurmuş. “Dünyada çok fazla umut var ama biz insanlar için değil” demiş. Yani panter için umut var, ama sanatçı için yok. Dünyadaki acımasızlığı umutsuzca kabullenmiş. Neyse, kısmet. Faydacı düşünürsek, o zaman da bütün bunları yazamayabilirdi. İyi olmuş, yazmış. Sevelim Kafka'yı, o bizi hiç sevmese de biz sevelim.


Not1: Mübarek ramazan gününde ramazan orucuyla burada bahsi geçen orucu karşılaştırma kısmını size bıraktım. :)
Not2: Bu hikayeyi okumama vesile olan hocam Meltem Gürle güzel bir insandır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder