Eylül 30, 2012

şeytan ayrıntıda gizlidir

"şeytan ayrıntıda gizlidir" lafının aslının medeniyetimizin âdeti gereği çok daha zarif bi şekilde söylendiğini yeni öğrendim. şubat dizisinden öğrenmiş oldum bi şekilde, ilgililere tişikirlir.

"ifrit, teferruatta mahfuzdur."

bunu elzem olan zarafette yazamadım ama, not olarak yazmış olayım dedim en azından.

Eylül 23, 2012

+ bana esmeyi anlat.

- esme ebe vardı ben küçükken
- dedemlerin köyünde
- kördü
- 103 yaşındaydı
- her yıl gittiğimizde ölmüş mü diye bakardım evine gidip
- öldü sonra bi ara

Eylül 20, 2012

anlaşılan o ki pek anlaşamamışsınız

Öğretmenlik mesleğine adım attığımdan beri kendimde de çevremde de gözlemlediğim çok önemli bir sorun var. İnsanlar bir konu anlattıklarında, kendilerine bahşedilen, emanet edilen bilgiyi karşıya aktarmaya çabaladıklarında, ağızlarından “Anladın mı?/Do you understand me?” sorusu çıkıveriyor. Başıma gelmişliği, sonradan düzeltmişliğim var. (İngilizcesini yazdım çünkü İngilizce konuşurken durum daha vahim olabiliyor ve ben İngilizce öğretmeniyim.)

"Anladın mı?” sorusunun iticiliği karşısında tüylerim diken diken oluveriyor. Oysa bir şey anlatırken karşıdakinden bir geri bildirim almak ihtiyacını herkes hissedebilir. Konuyu aklınızda aşamalara bölmüşsünüzdür ve bir aşamanın sonunda, ilerleyebilmek, bir sonraki aşamaya geçmek için o bilgiyi hakkıyla anlatıp anlatmadığınızı teyit etmeniz gerekir. Bu soruyu samimiyetle sorduğunuzda, karşınızdaki kişinin gözlerinden, yüz ifadesinden anlarsınız konunun anlaşılıp anlaşılmadığını. Laf olsun diye sorulmaz yani bu soru. Bir nevi “kem küm” ifadesi değildir, size zaman kazandırmaz. Çok kullanırsanız anlamını yitiren söz öbeklerinden oluveriyor kendisi çünkü.

Peki “Anlatabiliyor muyum?” sorusunun bundan farkı ne? Maksat bilginin aktarıldığı kişiye sormaksa, “Anladın mı?” sorusunun ne mahzuru var denilebilir. Bu iki sorunun arasında kocaman bir kültür, edeb farkı yatıyor sanki. Karşısındaki insanı kendi egosuna rakip görmeyen, bilginin kendisine ait olmadığını bilen, anlaşılmayan bir husus varsa ilk olarak kusurun kendisinden kaynaklandığını düşünen biri, “Anlatabildim mi?” diyecektir. Ama maalesef günümüzün “ben her şeyi bilirim, bu işin uzmanıyım, üstelik senden üstünüm, kusuru önce kendinde ara” insanı için ikinci seçenek çok daha uygun.

Bilmem anlatabiliyor muyum? / Do I make myself clear?

Eylül 07, 2012

Roma kralı Neron'a egosavar mahiyette mektup


Dört sene evvel okuduğum "Quo Vadis" romanının sonlarında bir mektup vardı. Roma'yı yakan kral Neron'a, "zarafet hakemi" lakaplı, piyasada sanattan en çok anlayan kişi olduğu için büyük saygı duyulan devlet adamı Petronius'un ağzından yazılmıştı. Roman boyunca Neron'un sanattaki ısrarından ve kabiliyetsizliğinden çok çeken, müthiş keskin zekası sayesinde kelleyi kaybetmeden idare eden Petronius, en son bir mektupla veriyordu ayarı! Ben de çok severim böyle ayarlı atarlı şeyleri, yalan değil. Petronius karakterine de hayran olmuştum zaten. Üşenmeyip bir kağıda not almışım bu mektubu. Yıllar sonra bulup mutlu oldum. Gerçi bazı tam anlayamadığım cümleler oldu, çeviriden belki, ama çok mühim değil.
Neron'u dövse daha iyi olan mektup şöyle:

**
"İmparator'um, geleceğim günü sabırsızlıkla beklediğini, vefalı bir dost kalbiyle gece gündüz bana iştiyak çektiğini biliyorum. Sevgini ispat için beni hediyelere gark etmek, muhafızların komutanı yapmak, Tigellinus'u da tanrıların kendisi için mukadder kıldığı yere, yani Domitius'un zehirletilmesinden sonra sana miras kalan arazinin katır çobanlığına tayin etmek niyetinde olduğunu da biliyorum. Fakat Hades aşkına ve oradaki ananın, zevcenin, biraderinin, üvey oğlunun ve Seneca'nın ruhlarına yemin ederim ki davetine icabet edip yanına gelemeyeceğim. Hayat çok kıymetli bir hazine, ben o hazinenin en değerli cevherlerini seçip aldım. Fakat hayatta öyle şeyler var ki, ben bunlara tahammül edemiyorum. Ananı, kardeşini, karını öldürdüğün, Roma'yı yakıp mahvettiğin, memleketin bütün şerefli insanlarını Erebos'a gönderdiğin için sakın öfkelendiğimi zannetme! Hayır! Ey Kronos'un torununun torunlarından olan imparator, ölüm beşerin alınyazısıdır, zaten senden başka ne beklenebilir ki! Fakat şarkılarınla kulaklarımı daha fazla tahriş etmeye, kuru bacalarının üstündeki Domitien karnınla raksedişini iğrene iğrene seyretmeye, şiir okuyuşunu dinlemeye, oyunlarına, inşatlarına, ey kenar mahalle şairi, dinlemeye artık tahammülüm kalmadığı gibi, bende ölüme karşı bir iştiyak bile uyandırdı. Seni dinlerken Roma kulaklarını tıkıyor, cihan seninle alay ediyordu. Bense artık daha fazla hacalete dayanamayacağım. Vakaa cehennem bekçisi üç başlı köpek Serberus'un havlamasında, senin şarkı söyleyişine benzer cihetler olabilirse de hiçbir vakit bu hayvandan hoşlanmadığım için, onun sesinden dolayı utanç duymaya lüzum görmeyeceğim için o köpek beni pek rahatsız etmiyecektir. Sana afiyet temenni ederim, fakat şarkı söyliyeyim deme! Cinayet işle, fakat şiir yazma! İnsanları zehirle, fakat raksetme! Şehirleri yak, fakat saz çalma! İşte zarafet hakemi sana bu temennilerde bulunuyor ve son olarak bu dost öğütünü veriyor."
Petronius
**
(MEB yayınları, sayfa 710-711)