Ağustos 26, 2012

kibrin oku sinem deler

insanın içindeki dışarıya karşı saklayamadığı en bariz şey kibir. belki de tek şey. şehvetini, cehaletini, içindeki boşlukları çok güzel saklar da kibrini saklamak mümkün olmaz. güzel bir iş yapıyor, güzel bir söz söylüyor olsa da çok güzel görünen ama kötü kokan bir yemeğin tadının kalmaması gibi, o kibir de sirayet eder karşıdakine ve tat bırakmaz. o kokudan habersiz, dışarıdan nasıl göründüğünü düşünen insan fark edemez durumu, insanlar yiyecek zanneder.

kibri bu kadar çıplak bırakan şey belki diğerlerinin de benlik sahibi olmalarıdır. benlik ortak kabul etmez. "bende olan onda da olsun" demez. hatta "bende olan onda olmasın" der direkt. "bende şu var, sende yok" diye sessiz olsa da bas bas bağıran kişiye "hayır sende de yok" der benlik ve buna delil arar. o delili bulması da zor olmaz. "ben şuyum" diye bağıran kişinin o olmadığını kanıtlamaya çalışırsın ister istemez. ama kendi halinde duran kişinin ne olup olmadığını sorgulamazsın pek. belki de o yüzden insanın içindeki diğer kirler o kadar da dikkat çekmezler. kibir karşıdakinin damarına basıp, onu sana karşı saldırıya geçirtmektir bir nevi.

bu durumda insanların kibrine tahammül edebilmenin yolu ya kendi benliğini bırakmak yada sevmektir.


niye soldaki geri zekalıyı değil de iron man'i tercih ederim? her ikisi de eşit derecede kibirli belki de. ama kaptanın her hali sinirimi bozarken iron man'in kibirli halleri aksine hoşuma gider. birçok nedeni vardır ama konuya örnek olabilecek iki şey geldi aklıma; bir, hayranlık uyandırıp kendi benliğimi devre dışı bırakması. iki, seviyor olmam. hayranlık uyandırmak "bende var ama sende yok" diyen adama eyvallah dedirtiyor, benliği aradan çıkartıyor. iron man'i oto sanayideki kaynakçı olarak görüp şu saygıyı duymasaydım "adam mısın lan" diyebilirdim. kibirde zirve olmuş kişilerin peşinden gidenler, duydukları hayranlıktan ve saygıdan ötürü öyleler belki.
diğer ihtimal hakkında söylenecek pek bir şey yok. sevince kötü şeyler bile sevimli geliyor. behzat ç. birçok açıdan kötü bir karakter olarak kurgulanmasına rağmen bu kadar seviyor oluşumuz gibi. başka bir karakter aynı şeyleri yapmış olsa "vay şerefsiz" derdik.

insanların kibrine tahammül edebilmenin yolu ya kendi benliğini bırakmak yada sevmektir dediydim. bu nasıl mümkün olur bilmiyorum. uzun vadede mümkün görünüyor belki ama şimdi zor. çünkü kötü kokan her yemek iştahı da kesiyor. kibir içeren her şey sevgiyi baltalıyor, kendinden soğutuyor. zehir panzehire baskın çıkabiliyor. bunca kibri içinde eritebilecek sevgiye kadeh olacak temizlikte bir kalbi ara ki bulasın. herkesin aniden ermesini bekleyemeyeceğin için "ben bir benliğimi öldürüp de geleyim,siz bekleyin burada" diyip kaçasın geliyor. çünkü gerçekten çok sıkıcı burası.

Schopenhauer'un kirpi örneğindeki gibi gel git yaşıyorsun. “Soğuk bir kış sabahı çok sayıda oklu kirpi, donmamak için birbirine bir hayli yaklaştı. Az sonra, oklarının farkına vardılar ve ayrıldılar. Üşüyünce, birbirlerine tekrar yaklaştılar. Oklar rahatsız edince yine uzaklaştılar. Soğuktan donmakla, batan okların acısı arasında gidip gelerek yaşadıkları ikilem, aralarındaki uzaklık, her iki acıya da tahammül edebilecekleri bir noktaya ulaşıncaya kadar sürdü." Sonra ulaşılan denge hali de mesafeli oldu. Tam bir kardeşlik,arkadaşlık vs olmadı. Başka oklar olunca görmezden gelmek daha mümkün oluyor ama en zoru kibir oku herhalde. Kendi okunu dahi kıramadıysan başkalarının oklarına tahammül edemiyorsun.

"İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız."
(Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56)

bu okları kırmadan nasıl birbirimize yaklaşıp sevebileceğiz, iman edeceğiz?

neyne'l yakîn?

filmin konusunu bildin ilme'l-yakîn
filmi seyrettin ayne'l-yakîn
filmde oynadın hakka'l-yakîn
ben sade örneği bilip gerisine temas etmem, neyne'l yakîn?

orasını bilemiyorum. pek de yakîn olmasa gerek.

Ağustos 24, 2012

Devlet yapar da teyze yapamaz mı?

Birincisi 80 yaşındaki İspanyol teyzemizin meşhur restorasyon çalışması, ikincisi ise İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ile Başbakanlık İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restorasyonu yapılan Kılıç Ali Paşa Camii. Aradaki temel fark şu: birincisi benzetme amacı gütmüş, ikincisinde öyle bir tasa yok, "zaten yangın da çıktı, vur boyayı, ortaya da çiçek miçek yap gitsin!" mantığı işlemiş. Teyzem son derece masum, lakin öteki işin sahibi şeddeli eşşekleri bi temiz sopalamak istiyorum ben. Hakkım var bence.


not: Kılıç Ali Paşa Camii fotoğrafları Celaleddin Çelik'e aittir. Haberdar eden Mustafa Selçuk Erarslan'a da teşekkür ederim.

Ağustos 13, 2012

nereden nereye?

Nitekim cenîn ya‘nî rahm-i mâderde olan bahçe-i insan meselâ üçüncü erbaîne dâhil olup üç şehri istikmâl ettikte ona rûh menfûh olur. Ya‘nî onda ta‘biye olunan nefs-i ilahî zuhûr bulur, yoksa hâriçten gelmez. Ve bâtın-ı insan-ı kâmile gelen feyz dahî böyledir.

Vahy-i ilahî dahî bundan fehm oluna. Ya‘nî münzel aleyh olan kalb-i nebevî asılda levh-i mahfûz-i hakîkîdir. Ve levh-i mahfûz dedikleri onun sûretidir. Zîrâ, her ne makûle kemâl ki vardır sırr-ı insana îdâ‘ olunmustur. Pes, Cebrâil’in ol vahyi levhten beyti’l-izzeye ve oradan kalb-i Muhammedî üzerine tenzîl ettigi -ki ona vech-i âmm derler- mahzâ teşrîf-i nebevî içindir. Ve illâ onun mahzeni kalb-i nebevîdir. Onun için vakt-i tenzîlde kelimât-ı Kur’âniyyeyi telaffuzda isti‘câl ederdi.

Bunun hâriçte bir misâlî budur ki sultân Süleymân-ı Evvel gününde müftî Ebu’s- Suûd sultân-ı mezkûr nâmına tefsîr tahrîr ettikte ol tefsîri zîb ve zînetü ve âlây ile huzûr-i pâdisâha haml ettiler. Ma‘a-hâzâ pâdişâh ol tefsîri şîrâze-bend tekmîl olmazdan mukaddem eczâsını görmüs idi. Fe’fhem cidden.

Tuhfe-i Recebiyye
İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri

Ağustos 10, 2012

Hz. Ali, zaman zaman Resûl-i Ekrem’le birlikte Kâbe’ye gider, orada namaz kılarlardı. Ashaptan Afîfi Kindî, alışveriş maksadıyla geldiği Mekke’de, henüz iman etmemişken Peygamberimiz, Hz. Hatice ve Hz. Ali’yi namaz kılarken görmüştü. Müslüman olduktan sonra, o hallerinden gıbtayla bahsederek şöyle demiştir: “Ben, o zaman iman edip de onların dördüncüsü olmayı ne kadar isterdim!”

Fırsat bu fırsattır diyip namazı ibadeti tehir etmemek lazım. Muhammedî nurla tanıştıktan sonra hemen o nura teslim olmak lazımdır.“Ben onları gördüğüm halde tehir ettim. E şimdi kılıyorum namaz ama bak o zaman kılsaydım ve iman etseydim dördüncü Müslüman olma şerefine erecektim. “ sözü bize neyi hatırlatıyor? Ey şuanda Hz. Peygamber muhabbetini taşıyan kişi! Tehir etme ileriye. Sen ileride namaz kılarsın, ileride haccedersin, ileride oruç tutarsın ama geçmiş namaz geçti. Geçmiş oruç geçti. Bak bu senenin orucu geçti. Bir dahaki seneye oruç tutarsın. O, o senenin orucu. Bu seneki? Bak gitti. Ey Muhammedî nurla tanışanlar! İbadet ve tâatınızı tehir etmeyiniz. Aldığınız, tattığınız bu zevki hemen ifa edecek şekilde amel ediniz. Zira, işte sahâbe-i kirâmın, o şerefli zâtların bile zamanında bazı şeyleri yapamadıklarına dövünmelerini üzülmelerini düşünün de siz vaktinizi nakde çevirin, mahrumiyet çekmeyin.

Muhabbet Bağı'ndan

Ağustos 06, 2012

Kafka'yı sevelim, o bizi sevmese de


Kafka'nın "Açlık Sanatçısı" adlı oldukça çarpıcı bir öyküsü var. Bir panayır yerinde, kafesin içinde yaşayan, sürekli oruç tutan ve zayıflığıyla, yemeye karşı olan iradesiyle görenleri hayrete düşüren bir "sanatçı"dan bahseder. Onun sanatı yememesidir. Sonra gün gelir, oruç tutarak yapılan gösteri demode olur. Çünkü insan değerleri eskitmekte, heyecanını yitirmekte acımasızdır. Sanatına beklediği ilgiyi göremeyen sanatçı ise muhtaç olduğu bu ilgiyi çekebilmek için orucunun dozunu giderek artırır, ta ki son nefesine dek. Kendi fiziki varlığından vazgeçecek kadar hırslarının esiridir çünkü.

Öykünün belki de en çarpıcı kısmı son kısmıdır. Açlık sanatçısı ölür, onun yerine aynı kafese bir panter koyarlar. Oldukça sağlıklı, heybetli, asil ve güzel bir hayvandır. Büyüleyici, parlak postuyla görenleri hayran bırakmaktadır. Bizim rahmetli sanatçıdan daha çok ilgiye mazhar olmaktadır ama bu ilgi onun umurunda bile değildir. Orası onun için esaret yeri değildir. Oldukça güzel beslenmekte, kafesin sahibi olarak ortada keyfince salınmaktadır. Panter ilgiye muhtaç değildir. Öyle hırsları, egosu yoktur.

Çevreme bakıyorum ben. Çevreyi severim. Güzel insanlar tanıyorum, insanları da baya severim. Aşırı bencil ve müthiş hırslı olup etrafına sürekli mutsuzluk saçan insanlar var. Onlara üzülüyorum. Yaşıyorlar, hatta senden benden daha canlı gibiler. Hırsları sapasağlam, egoları oldukça sağlıklı. Dünyevi varlıkları bedene bağlı değilmiş, bulundukları vücutlar göçüp gitse de bunlar dünyaya kazık çakacakmış gibi. Öyle kocaman “BEN”ler var ki, böyle kan emici gibi bir şey, tüketiyor insanı. O hırs denen şey ise keskin sirke. Mevzubahis küpün zarar görmesi ise kaçınılmaz. "Ne kendi etti rahat, ne âlem buldu huzur," hesabı kendisini de başkalarını da mutsuz edip durur bunlar.

Mesela açlık sanatçısı hiç mutlu olmuş mudur diye düşünüyorum. Daha fazla fark edilmek, daha fazla hayran olunmak isteyen bir varlık. Bu çeşit bir hırs sonu olmayan bir şey değil midir? Mutluluk ve huzur belli bir doygunlukla gelen şeyler olsa gerek. Böyle bir tutkunun erişebileceği bir doygunluk seviyesi olabilir mi? Hayran sayısının artmasından bir haz duyacaktır elbette ama bu geçici değil midir? Daha fazlasını mutlaka isteyecektir. Asla tatmin olmaz ki. Kendi icra ettiği sanatın önemli olduğuna ve en fazla ilgiyi görmesi gerektiğine çok emin. Hak ettiğini düşündüğü ilgiyi göremediğinde ise hayatından vazgeçecek noktaya geliyor. İnsanların ilgisi onun için her şey. Bunun için tereddüt etmeksizin ölür! Nitekim öyle de oluyor. Düşünsenize, ne acayip… Bedensel varlığın bile bu denli geri planda olması şaşılası şey.

İnsan çok ilginç bir şey. Açlık sanatçısı da çok ilginç, çok insan. Ölürken bile devam ediyor orucuna gözleriyle. Kafka da bunu yazabilmek için insanlara çokça şaşırmış olmalı. Ama o insanları hiç sevmemiş, üzmüş hayatına tüm girenleri de. Belki kendince haklıdır sevmemekte ama gene de keşke sevebilseymiş. Belki de bütün mutsuzluğuna ilaç sevgisi olurmuş. “Dünyada çok fazla umut var ama biz insanlar için değil” demiş. Yani panter için umut var, ama sanatçı için yok. Dünyadaki acımasızlığı umutsuzca kabullenmiş. Neyse, kısmet. Faydacı düşünürsek, o zaman da bütün bunları yazamayabilirdi. İyi olmuş, yazmış. Sevelim Kafka'yı, o bizi hiç sevmese de biz sevelim.


Not1: Mübarek ramazan gününde ramazan orucuyla burada bahsi geçen orucu karşılaştırma kısmını size bıraktım. :)
Not2: Bu hikayeyi okumama vesile olan hocam Meltem Gürle güzel bir insandır.