Temmuz 18, 2012

malumat-edep ekseni



"Bugün insanı es geçerek malumata ulaşmak derdi başladı. Malumat arttı, edeb kayboldu. "




Blogda gezerken Berk kardeşimin paylaştığı bu sözü gördüm ve aklımdan geçenleri düzene koymak, sizlerle de paylaşmak istedim. Sosyolog bir teyze olarak premodern ve modern dünyanın tahsil anlayışını karşılaştırdım aklım fikrim elverdiğince. Baştan söyleyeyim, ben pek modernist sayılmam. Taraflı olacak biraz. Mantıklı eleştirilere de açığım bu hususta.


Şimdi premodern sistemden söz edelim:


Kafamda hayali bir şeyler canlandırmaya çalışayım. Biraz abartayım da belki. 16. yüzyılda, Ortadoğu'da bir yerlerde olalım mesela. Bir hocamız olsun. Bir hususta çok bilgili. Astronomi olsun mu? Olsun hadi. Sen de astronomi ilmine merak salmış bir gençsin. Hoca da pek huysuz bir yaşlı amca olsun. Bu amcaya "talebe" olmak arzusundasın, kendisinden bilgisini talep etmektesin. Ancak işbu amcanın seni tedrisine kabul edeceğinin garantisi yok. Ki kabul etmiyor da. Tipini beğenmemiş olabilir. Ama sen de ısrarcısın, o rasathaneye girmek ve gezegenleri, yıldızları öğrenmek istiyorsun. Kapısında yatmalar, yalvarıp yakarmalar, araya adam sokmaya çalışmalar (torpilcilik zamandan münezzeh olsa gerek) falan filan... En sonunda seni kabul ediyor. Lakin şartlar var; rasathanenin temizliğini sen yapacaksın. Hoca titiz, en ufak bir toz bile olmayacak etrafta. Ve ancak hocanın canı istediği zaman sana bir şeyler öğretecek. Bu ilişkide para alışverişi yok. Hoca isterse sana yıllarca bir şey öğretmeyecek ama o temizliği sen yapacaksın. Bir yerde toz görüp dövse seni, kovsa, ağzını açıp bir şey diyemezsin. Çünkü o adama talebe olmak istemekle ona bazı haklar verdin. İlk olarak, onun senden daha bilgili biri olduğuna iman ettin ve onun bu ilişkideki otoritesini kayıtsız şartsız kabul etmiş oldun. Aranızda eşitlik yok. Müthiş bir teslimiyet içindesin. Onun bilgisini sorgulayamazsın. Onun Zuhal dediği elbette Zuhal'dir, Merih'e Zühre dese, o Zühre'dir mesela. Bitti! Dediklerini harfiyen kabulleniyorsun. Şüpheden uzak, mutlak bir itaat. Derin bir saygı duyuyorsun o insana çünkü. Hocanın rahle-i tedrisine oturuveriyorsun böylelikle. Ne huysuzluklarını çekiyorsun, hocayı hoşnut ediyorsun, karşılığında üç beş kelam, yavaş yavaş astronomi bilgisi ediniyorsun. Sadece bu değil ama, fazlası var. Sorun şu ki, bu sistem senin kibrine, nefsine çok aykırı bir sistem. Çünkü senin kibrin senin her daim en iyi olduğunu düşünmeni istiyor. Başka bir otorite karşısında boyun eğmen onun için düşünülemez bir şey. "Benim karakterime aykırı, ben özgürüm, bağlanamam öyle şeylere" savunması da bu dönemde geçerli olmadığından, henüz "freedom" icad olunmadığından yani, paşa paşa bu durumu kabullenirsin. Ya da tasını tarağını toplayıp gidersin! Sabredersin, öfkeni kontrol altına alırsın, kanaat edersin. Karakterin olgunlaşır. O alimden alacağın sadece astronomi ilmi değildir, orada öğrenme esnasındaki teslimiyetindir esas sana öğretecek olan ve bu sistemdeki esas ilim orada gizlidir diye naçizane düşünmekteyim. "İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir" demiş Yunus Emre. Boşuna değil! "Kendini bilen Rabbini bilir." Tüm bunları bilen de "haddini" bilse gerek. Edep denen hadise de burada zorunlu olarak gerçekleşmiş olur. En azından hocana karşı, senden büyük bir otoriteye karşı edebini takınmayı öğrenirsin. Bu da hayatının her sahasına sirayet edecektir zaten.

Eskiler şöyle demişler özetle:

Girdim ilim meclisine
Eyledim taleb
Dediler ilim geride
İlla edeb illa edeb


Modern sisteme gelelim şimdi.


Önce Foucault denen adamdan bahsetmek istiyorum, onun modern dünyaya yaptığı eleştiriler dünyayı etkilemiştir çünkü. Ona göre, hepimiz modern dünyada disipline edilmiş bireyleriz. Sürekli olarak büyük biraderin gözü üzerimizde. Devlet, hakkımızdaki her şeyi biliyor ve bizleri kontrol altında tutuyor. Mesela, kimin "hoca" olacağına karar veriliyor. CV denen bir şey var. Çeşitli sınavlar var. Bunun için de çeşitli ölçüleri var. Kimin daha başarılı olduğuna karar veren ölçüler bunlar. Örneğin, hepimiz biliriz ki bir profesör bir doçentten daha bilgilidir. Resmi otoriteler tarafından ölçülmüş çünkü. Ancak gerçeği ne kadar yansıtır, doçent daha bilgili olabilir mi, muamma. Takdirinize bırakıyorum. Neticede böyle bir modernist dünya var, aklı ve bilgiyi kutsallaştıran, disiplinize eden. Özgür olduğunu sana dikte edip, esasen hür iradeni ellerinden alan bir dünya.


Örnek verelim gene madem. Sene 2012 olmuş, İstanbul'dasın. Üniversite öğrencisisin. Birilerinin senin bilgini "ölçtüğü", devlet tarafından uygulanan bir sınavda başarılı olup bir okula, istediğin ya da istemediğin bir bölüme, bir şekilde yerleşmişsin. Sen okul harcını ödemekle ve derslere devam etmekle mesulsün, hocaların da sana o dersi vermekle, sonucunda da bu konudaki bilgini becerini ölçüp notlandırmakla sorumlu. Sana ders verdiği için para alıyor. Aranızda daha farklı bir saygı var. Ona karşı ters bir hareket yapamazsın, çünkü hoca sana "takarsa" notun düşer ve bu iyi bir şey değildir. Ama ders çıkışında "x hoca da ne cins bi tip, ders anlatmayı da beceremiyo zaten" demek serbesttir. Çoğu zaman sahte bir saygı duyuyoruz bu hocalara. Saygı duymadığın birinden ise ne kadar ne öğrenebilirsen o kadar işte öğrendiklerimiz. Gerçek bir saygıyı burada kimse umursamıyor çünkü, ama öyle gibi görünmek pek mühim! Bu ilişkide arada eşitlik vardır. Eşitler arasında birincilik gibi bir konumdur hocalık. Hoca seni dövemez, sana kızamaz. Sana "siz" diye hitap etmek, saygı duyarmış gibi yapmak durumundadır. Öğrencisini seçemez. Öğrenci onu seçer hatta bazen. Öğrenci bilgiyi elde etmeye çalışmaz, bilgiye maruz kalır. Hem de çok fazla bilgiye maruz kalır. Bunları sınav öncesi tekrar ederek dersi geçer, sonra da o bir kamyon bilginin bir avuçluk kısmı kalır onun kafasında. Çünkü maruz kalınan, elde etmek için pek de çabalamadığımız, hatta zaman zaman pek gereksiz bulduğumuz bilgilerdir bunlar. (Evvelde sen öğrenmek istediğin bilginin peşine düşüyordun, dikkatini çekerim. Nasıl bir "freedom" ise bu, artık varın siz düşünün...) Arada mutlak bir teslimiyet de yoktur. Öğrenci profesörün karşısına geçip, "hocam ama bu konuda Marx der ki;" diye artislik yapabilir. Hatta bu öğrenci "kendine güvenen" vasfına eriştirilir bu hareketlerinden ötürü. Ve bu onaylanan bir vasıftır. "Geleceği parlak" görülür bu kişinin. "Maşallah" denir. Öğrenci sadece derste hocanın anlattıklarıyla yetinmez. Okur, bulur ya da sadece akıl yürüterek bir şeyin saçma ya da mantıklı olduğuna karar verebilir. Aklımızı kutsayan aydınlanma değerlerimiz de bunu sağlıklı bulur. Bu süreçte öğrencinin kibri ve nefsi beslenir. Kendini ya da haddini bilmesi değil, edindiği notlara çalışmış olması o dersten geçmesi için yeterlidir. Böylece insanlar üniversitelerden "eğitimli bireyler" olarak mezun olurlar. Edep? Onun modası geçmiştir. Yeni moda en kariyerli, en hayran olunan, en akıllı, en entellektüel (bilgiyi satmak için edinme modası ayrıca incelenmeli), en zengin, en güzel/yakışıklı, en sevilen, en kıskanılan, en en en en en... olmak! "Her şeyin en iyisini" hak eden olmak. Başına kötü bir şey gelince dünyası başına yıkılmak. Neden? Kibrin en iyilerine layık görüyor çünkü seni. Kötü bir tecrüben olursa; gönül rahatlığıyla depresyona girebilir, hatta sebep olan şahıslardan intikam almak için türlü planlar yapabilirsin. Bu senin en doğal "hakkın" elbette! Hareketlerinde, düşüncelerinde olduğu gibi özgürsün, kimse seni yargılayamaz. Önce kendisine baksın o! "Seni ilgilendirmez" deyip geçmek ise adettendir. Tartışma çıkarıp üste çıkmak ise büyük maharettir. İşte insanın insanın kurdu olduğu güzel dünyamız! Edep de neymiş? Hayat böyle, sen de buna ayak uydurmak zorundasın cicim.


Premodern sistem, bugünün modern, bireyci, Foucault'nun "disiplin" altına alınmış toplumlarına elbette ters gelecektir. Neden mi? Çünkü modernizm çoktan masallarını anlattı. Özgürlüğüne inandırdı, aklını kutsadı, aklını kullanarak her gerçeğe ulaşabileceğin düsturuyla büyüttü seni inceden. Özgürlüğünü, hür iradeni bırakıp iraden dışında bir şeye teslim olman düşünülemez. Öyle güveniyorsun ki o müthiş aklına, onun doğruluğuna olan imanın gözlerini kamaştırıyor. Bilgi ve bilgiye ulaşmak hayati önem taşıyor mesela. "Güç" demek bu çünkü, ve sen güçlü olmak zorundasın. "Bilgi çağı" diyorsun, evvelkiler pek de bir şey bilmiyormuş, son birkaç yüzyılda tüm bu külliyat şekillenmiş gibi. Kocaman bir evren sunuyor o bilgiler sana, insan aklının büyüleyici keşiflerini döküyor önüne. Ansiklopediler okuyorsun oturup, neler öğreniyorsun neler... Edinilecek malumat önceki asırlara göre pek artmış. Bunlardan sadece metodolojik, "bilimsel" çalışmaları ciddiye alabilirsin. Din bireysel, bilim ise topluma mal olmuş. Tamamen ayrı. Pozitivist mantıkla bakılınca din ile bilim mi olurmuş zaten, olacak iş değil... Bilim ile ahlak ise, ancak araştırma esnasında "doğru" bilgilere ulaşma yolunda samimiyet taşıman noktasında birleşiyor. Ahlak kendi başına bir ilim değil, bireysel bir hadise. Ahlaklı olursan ne hoş, ama olmazsan da olmazsın yani, yaptığın bilim ile alakası yok bunun. Neticede etrafta hakkında "çok bilgili adamdır ama hırsızdır, densizdir, sapıktır..." vs denilen adamlar türüyor. Bunlardan eski dönemlerde de vardır elbette, nice alimin yamacında bulunup da faydalanmayabilir insan. Ama benim düşüncem bugünkü sistemin buna elverişli bir ortam sağladığı, körüklediği yönünde. Modern dünyanın pek mühim değerleri ve bu dünyaya ayak uydurmaya çalışan biz insanlar için "edep" üzerinde çok durup düşünülecek bir şey değil artık maalesef. Dünya böyle, biz de bunu böyle yaşıyoruz. Savunmalarımız da hazır maşallah.



Not: Eski eğitim sistemi hakkında çok geniş malumat sahibi değilim. Umarım haddimi aşan bir değerlendirme olmamıştır. Daha bilgili birileri eleştirir, bir şeyler katar ise pek sevinirim.

9 yorum:

  1. genç entelektüele teşvik yorumu yapıyorum.

    iyi yazı, iyi eleştiri.

    YanıtlaSil
  2. gözlerim dolu dolu... resmen gözlerimizin önünde teyzemiz sosyolog oluyo...

    YanıtlaSil
  3. İsmail Dede Efendi ,Nikoğos Ağa kendisine talebe olmak istediğinde 2 sene evine odun taşıtıp su çektirmiş diyorlar. tek bir nota bile öğretmeden.

    YanıtlaSil
  4. yazı bir nebze modernizm=edepsizlik eksenine kaymış. Elbette böyle düşünerek yazmadığına eminim(gerçi düşünedebilirsin,serbest) ancak yazının bazı kısımlarına itiraz edeceğim.
    Öncelikle pre-modern sistemi fazla kutsadığını düşünüyorum. Pre-modern sistemi yaşayanlar da ihtimalen kendilerinden önceki döneme öykünüyordu.
    Hikmeti geçmişte aradığın an, hikmetten sonsuz zamanda uzaklaşacaksındır, çünkü zaman içinde geriye dönük hareket etme şansın yok. bu sebeple şu an içinde bulunduğun durum geçmişe öykünüyor isen elindekinin en iyisi (hafif fight club jargonu oldu, özür)
    Anlaşılması gerektiğini düşündüğüm hadise sosyal entropi meselesidir. Entropi, yani maddesel bazda molekül düzensizliği, sürekli artış yönünde hareket eder. Geri dönüş mümkün değildir. Sosyal Entropi de aynı şekilde sürekli biçimde senin "iyi ve erdemli" olarak değerlendirdiğin şeylerin bozulma yönünde hareket etmesi durumudur(Sosyal Entropiyle ilgili Gürkan Haydar Kılıçarslanın güzel ve anlaşılır bir makalesi var). Modernizm'in yegane yaptığı şey, "buna kötülük veya iyilik demek kişiden kişiye değişir" birey-toplum-sistem piramidini kurup, en potansiyelsiz bireyi bir noktaya dahi getirip eşitler arasında da en iyilerini teşvik etmekti.
    Özellikle çağdaş felsefi akımları ve felsefecileri, antik yunan naifliğinde ele alamazsın. Bu felsefi akımlar devletlerin ve toplumların ana akış yönünü tespit ediyor. Doktrinler, politikaları doğuruyor. Bu yönden baktığın zaman, birbirinin zıddı gibi görünen felsefi akımlar, birbirlerinin doğrulayıcısı ve yücelticisi oluyor. çünkü hiçbir söz karşılığını yok etmeye muktedir değil.
    Özetle şunu ifade etmek isterim: Bireysel anlamda kişi istediği anı yaşar, en basitinden yaşayış tarzınızdan dinlediğiniz müziklere, okuduğunuz kitaplara kadar. Lakin toplumsal anlamda düşündüğümüz vakit "ekonomik" gerekçelerle varolan "en güçlünün yaşaması" prensibi de doğrultusunda, sizin edep diye adlandırdığınız bence esas başlığı kanaat olan durum düzenli biçimde (-) yönde hareket etmek zorundadır

    YanıtlaSil
  5. Ben premodern sistemi kutsamıyorum. diyorum ki, bir insanı yetiştirmek için ona bilgiler yüklemek kafi değildir. bu bilgileri sindirebilmesi için, "düzgün" bir birey olması için (evet subjektif bir düzgün bu. edepli, ahlaklı, kültürlü, incelikli, ideal bir insandan bahsediyorum) onun insani cevherlerini de ortaya çıkarmak gerekir. Bu da mevcut sistemde pek önemsenmiyor. makinaymış gibi bir sistemin içine sokuluyor, maruz bırakılıyor ve bir ürün olarak "reproduce" ediliyor.
    bence insanın tam manasıyla bir şeyler öğrenebilmesi, olgunlaşabilmesi için önce inanması ve teslim olması gerekir. önce ikna olmayı, belli bir olgunluğa geldikten sonra (yanlış olanı ayırt edebilme olgunluğu) eleştirmeyi öğrenmeli. ona buna ayarsızca laf söylemekten utanmalı, "edeb" etmeli mesela. bunları öğretmemiz lazım. bu sistem hadsizliği maharet sayan insanlar üretiyor. ve ben bundan rahatsızım.

    YanıtlaSil
  6. modernizmle beraber edebin "sosyal entropi" yoluyla, geri dönülmez bi şekilde bozulmuş ve bozulmaya devam eder oluşu zaten direkt olarak modernizm=edepsizlik sonucunu doğurmuyo mu? bu durumda nispeten edepli olan pre-modern sistemi kutsamakta bi sakınca göremiyorum.

    YanıtlaSil
  7. uğur ve burcu cevaplarınızı ancak gördüm.

    Sondan başlayalım. uğur, premoderni kutsamak bize birşey kazandırmaz, çünkü kutsadığımız zaman onu anlamsızlaştırmış oluruz, onu anlamaktan uzaklaşırız. Kutsadığın pre-modernde mesela Şevki Bey diye bir adam var ama biz bu adamın bu kadar kutsal bir dönemde neden 38 yaşında vefat ettiğini anlamıyoruz.
    Modernizm=edepsizlik maalesef asla doğru değil, çünkü edep, tekrar ve tekrar, kişisel bir erdemdir. EDebin tanımı değişebilir. Ama bireyselliği değişmez. Eğer modernizm=edepsizlik dersek örneğin Almanya'da yaşayan çoğu insanın sergilediği olağanüstü saygılı ve edepli yaşayış biçimini nasıl izah edeceğiz? Ki onlar bu çemberden görece daha önce geçtiler.
    Salt bir sistemin insanlığın tüm sorunlarına sebep olması da çare olması da mümkün değil. Sorunlar birike birike, çözümler de azala azala gidiyor ileriye doğru.

    Burcu, öğrenmek için inanmak ve teslim olmak şeriat ve hakikat meselesi. ben bunu bu şekilde yazmayacağım ancak, modernite ile ilgili biri sana şunu derse ne cevap verirsin? :İnanmadığın ve teslim olmadığın birşeyle ilgili bilginden nasıl bu denli emin olabiliyorsun? bu çok basit bir kelime oyunu ama bir yandan da tüm düşünce ve inanç sistemleri geçerli bir durum.
    Özetle tekrarlıyorum: sorun olarak gördüğünüz şeyi sadece bir sistem ve düşüncenin eseri değil bütüne ait ve zamanla ortaya çıkması olağan bir defo gibi düşünürsek daha iyi anlaşabiliriz sanki

    sevgi ve selamlarımla

    Okan

    YanıtlaSil
  8. Bence edepten ya da erdemlerden karşılıklı bahsedebilmemiz için önce bu kavramların ne olduğunu tartışmamız gerekmekte Okan. çünkü farklı kavramlardan bahsediyoruz benim gördüğüm kadarıyla. Birbirimizi çok fazla anlayamıyoruz haliyle. Sen Almanların disiplin ve dürüstlük gibi erdemlerinin bulunmasından bahsediyorsun mesela. Erdem elbette vardır. Her insana ve topluma sirayet etmiş farklı erdemler vardır. Ama edep başka bir şey. Kibirden arınmakla olacak bir şeyden bahsediyorum ben. Bir insan erdem sahibiyse ve bu erdemlerini farkında olup bunlarla övünüyorsa, kibirleniyorsa edepten uzaktır. Çok farklı ve çok daha zor sahip olunacak, çok ince bir şey edep. Sorduğun soru da oldukça anlamsız geldi, belki de anlayamadım, bilmiyorum. Modernite çağın bir getirisidir, inanılacak bir şey gibi gelmiyor bana. O vardır zaten, içinden çıkma ihtimalin yok ki teslim olmayı seçesin. Moderniteden hazzetmiyor olmam onun getirdiği değerleri sahiplenmiyor olmam modern bir birey olmadığım anlamına gelmez, gayet modern bir insanım aynı zamanda, hepimiz gibi. :) Ama bana değer diye dayattıklarından rahatsız oluyorum. Benim kültürüme, yaşayış şeklime, yaşadığım toplumun sosyal ve psikolojik yapısına uygun olmadığını, amiyane tabirle "bizi bozduğunu" iddia ediyorum.
    19. yy öncesi almanlar yalancı, düzenbaz pislik herifler miydi de modernite gelip onları düzeltti, böyle erdemlere vakıf kıldı, onu da merak ettim.

    YanıtlaSil
  9. Çok teşekkürler
    http://islamguzelahlaktir.blogspot.com/

    YanıtlaSil